
YAZARLAR


Çevreci
Nail Duman
HAVRAN’LI KOCASEYİT!!!...
Günlerdir Havran’ lı Kocaseyit ile ilgili cümleler, paragraflar belleğimde uçuşup duruyor. Belli bir sıraya, düzene koymadan, yani yazmadan beni rahat bırakmayacaklar belli. Bayram tatili nedeniyle gittiğimiz Edre-
mit Zeytinli’ deki kayın validenin kapı komşusu Havranlı idi. Biliyorduk ve iki yıldır bir türlü gidememiştik. Artık kurtuluş yoktu, gidecektik. Bayramın ikinci günü hanımla motorumuza atlayıp önce 10 km. lik Edremit’i geçip 10-12 km. daha giderek Havran’ a vardık. Havran, ovada kurulmuş güzel ve bitek bir yer. Önceden komşumuzun babasının telefonunu almıştık ve doğruca Belediye binasına gidip Zabıtaya sorduk. Meğer bizim komşunun babası Mustafa Bey, bir partinin İlçe Başkanıymış. 10 dakika içinde bisikletine atlayıp geldi. Hoş-beşten sonra önce bizi eski, tarihi bir binada konuşlanan Belediye binasına götürdü, bayram olduğu için kim- seler yoktu. Sonra da “KOCASEYİT MÜZESİ” yapılmak için yeni alınan
ve henüz bir çalışma yapılmayan Rumlardan kalma tuğladan yapılmış üç katlı büyük, antik bir binayı gösterdi. Fotoğraflarını çektik, bir iki yer daha gördük ve Mustafa Bey’e Kocaseyit’ in köyünün yolunu sorup kendi-
sine teşekkür ederek ayrıldık. Köyden çıkar çıkmaz bir zeytin denizine daldık. Öyle bir zeytin denizi ki... Gözünün alabildiği her yer Edremit’in o ünlü zeytinleriyle dolu. Daha Havran’ dan çıkarken karşılarda, dağların yamacında Kocaseyit’ in köyünün cami minaresi ve tek/tük evleri görün- meye başlamıştı bile. Bağlar, bahçeler arasında incecik bir asfalttan ilerlemeye başladık. Sağda, yukarılarda adını sonradan öğrendiğimiz İnboğazı mevkiinde üzerinde kocaman harflerle “DSİ” yazan bir sulama barajının seti görülüyor, biraz sonra da “İnönü” adlı bir köyden geçiyoruz. Köyler Anadolu’nun her yerinde üç aşağı beş yukarı hep aynı. İnönü’yü
geçer geçmez incecik yılan yol- lardan yükseklere doğru tırmanmaya başlıyoruz. Bu kez de yolun sağını- solunu zeytin ağaçlarının yerine badem ağaçları, ceviz, incir ağaçları ve asmalar almaya başlıyor. Yol-
lar ipincecik asfalt da olsa gayetle düzgün...
Zeytinli’ den yaklaşık 35 km. sonra ilk adı “MANASTIR, daha sonra ÇAMLIK” olan ve artık “KOCASEYİT
KÖYÜ” olarak resmileşen köye giriyoruz.
Köy meydanında durup kasklarımızı çıkardığımızda öncelikle motosikletten dolayı çocuklar çevremizi sarıyor, sonra da gençler ve birkaç köylü karşılıyor bizi.
Hanım bakkala uğradıktan sonra Kocaseyit’ in mezarını soruyoruz. Yukarıyı; yolun
devamını işaret ediyorlar, tırmanmaya devam ediyoruz.
Asfalt bitip de toprak yola girerken mezarlığın duvarlarıyla karşılaşıyoruz. Yol
ile mezarlık arasında kalan alanda koca koca çam ağaçlarının olduğunu görüyoruz.
Bu 30-35 metrelik çam ağaçlarına urganlarla salıncak kuran ve sallanan kadın,
kız, kızan ve gençlerin hatta bazı orta yaşlı insanların oluşturduğu bir kalabalıkla karşılaşıyoruz. Bayram üz- eri olduğu için köylüler çoluk-çocuk çıkmışlar bu güzel ve temiz havada bir yandan çiğdem çitleyip bir yan- dan uzun iplerle kurulan bu salıncaklarda çocukları- gençleri cıyak cıyak bağırtarak bir piknik
havasında eğleniyorlar. Salıncak kurdukları çamlar o kadar yüksek ve salıncakları da
o kadar uzun ki 15-20 metrelik bir salınım elde ediyorlar ve haliyle de heyecan
yaratıyorlar. Hanım, çocukların ve gençlerin birkaç fotoğrafını çektikten sonra devam
ediyor ve biraz sonra Kocaseyit adına yapılan ANIT ve MÜZE alanına giriyoruz.
Anıt alanına girmeden hemen sağda köyün mezarlığı var, Kocaseyit’ in ve 96
yaşında öleni kızı Ayşe’nin mezarları da hemen girişe yakın. Öncelikle onları ziyaret
ediyor ve fotoğraflarını çekiyoruz. Mezarları beyaz mermerlerden gayet mükemmel
yapılmış ve tertemiz görünüyorlar. Hanımla Kocaseyit’ in mezarının ve önündeki
levhaların fotoğraflarını çekerken bir ziyaretçi, yandaki bir mezarı göstererek “ bu da kızının mezarı!” diyerek bizi uyarıyor. Mezar başındaki levhada ibretle ve her biri birer kurşun gibi ağır şu satırları terennüm ediyoruz:
“DEĞERLİ ZİYARETÇİ; Bu anıt mezarda yatan Seyit ( Seyit Onbaşı ) ; Balıkesir’in Havran ilçesinin ÇAMLIK KÖYÜ’ nden askere alındığında Türk Mil- letinin kalbinde sonsuza dek yaşayacak bir kahra- man olacağını bilmiyordu. 1915 yılında 253 bin şehit verdiğimiz Çanakkale Savaşları’nın en zorlu günlerin- den biri yaşanıyordu. Seyit’in tabyası vurulmuş, tüm arkadaşları şehit düşmüştü. Düşman gemileri boğaza yönelmiş, mağrur bir edayla ilerliyordu. Seyit 276 kg.lık top mermisini tek başına kaldırdı ve vinç sistemi bozulan topun namlusuna sürdü. Nişan aldı, “ Ya Al- lah!” dedi ve ateşledi... İngilizlerin en büyük Kraliyet Gemisi OCEAN vurulmuştu ve battı. Anladılar... ÇANEKKALE GEÇİLMEZ!..
Türk ordusunun her bir Mehmetçiğinin gerektiğinde “birer Kocaseyit olduğunu” gördüler...
“Geldikleri gibi gittiler.” Ama Kocaseyitler, Türk halkının gönlünde sonsuza dek yaşayacaktır. Türk halkı onlara minnettardır. Vatan uğrunda canlarını
kahramanca ortaya koyan, ŞEHİT ve GAZİ’ lerimizi Rahmet, Minnet Şükran ve Dualarla anıyoruz. RUH- LARI ŞÂD OLSUN!...”
Yan taraftaki bir ikinci levhada ise Kocaseyit’ in Komu- tan ve arkadaşlarının adları yazılmıştı tek tek. Şöyle: RUMELİ MECİDİYE BATARYASININ KOMUTANLARI
ve ERLERİ:
1-Amiral Cevat PAŞA (Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Komutanı )
2-Binbaşı Nihat ( Topçu Tabur Komutanı )
3-Yüzbaşı Hilmi Bey ( Rumeli Mecidiye Bataryası Komutanı )
4-Mülazım Teğmen Fahri Bey ( Batarya Subayı-Şehit 5-Çavuş Osman ( Şehit )
6-Sazcı Hasan (Nişancı-Şehit )
7-Niğdeli Ali ( Top Mürettebatı )
8-Havranlı Kocaseyit ( Top Mürettebatı )
Bu değerli insanların ruhları için birer hayır-dua ettikten sonra anıta doğru yürüyoruz.
Müze ve çevresindeki anıtları, anıtlar üzerindeki yazıları tek tek okuyup fotoğraflıyoruz. Müzeye giriyor ve oradaki masa üzerinde duran “ANI DEFTERİ” ne biz de duygularımızı aktarıyoruz. Oradaki görevli meğer Koca Seyit’in torunuymuş. Ondan da bilgiler alıp birlikte fotoğraf çekiliyoruz. Müze ve çevres- indeki uhrevi hava bizi fazlasıyla etkiliyor. Bir süre heykellerin kaidesine oturup dinleniyor ve bu ortamla hemhal oluyoruz. Bu şanlı tepeye tırmanırken normal bir havada idik, ayrılırken ise derinden etkilenmiş bir başka havada ayrılıyoruz.

Süzgeç
Osman Acar
ELDE ETTİĞİN MEVKİYE ALDANMA
Mevlana’nın Mesnevi adlı eserinde anlattığına göre; Gazneli Mahmud’un has hizmetçisi Ayaz (Eyaz) saraya geldiği gün, üstündeki posttan yapılmış eski elbisesiyle çarığını bir odaya asmıştı, o günleri unutmamak için onları muhafaza ediyordu. Odanın kapısını kilitlemişti, kimseyi oraya sokmazdı. Ayaz her gün bu odaya gelir, bir süre oturur ve kendi kendine: “Sakın büyüklük taslamaya kalkışma, işte çarığın, işte posttan elbisen!” derdi. Hükümdar kendisini çok severdi. Düşmanları, onun pâdişaha olan yakınlığını kıskanırdı. Ayaz’ın bu odada bir hazine sakladığını, altın ve gümüş torbalarını biriktirdiğini sanarak, onu gözden düşürmek için Sultan Mahmut’a şikâyet ettiler:
-Siz bu kadar çok değer veriyor, bu kadar ikramda bulunuyorsunuz. O ise sizden çaldığı altınları ve gümüşleri bir odaya saklamış, oraya kimseyi sokmuyor! dediler. Pâdişah bunu söyleyenlere dedi ki: -Gece yarısından sonra o odanın kilidini açarak içeriye girin, oradaki altınları, gümüş ve mücevherleri size bağışladım. Bir şartla ki, neler bulduğunuzu gelip bana anlatacaksınız. Kıskanç adamlar sevinerek pâdişahın huzurundan ayrıldılar. Sabırsızlıkla beklemeye başladılar.
Gece yarısı olunca kapının kilidini kırarak odaya daldılar. Fakat o ne. Odada bir çift çarıktan ve eski bir giysiden başka bir şey yoktu!. Belki altınları yere gömmüştür diye odanın içini kazmaya başladılar. Fakat hiçbir şey bulamayarak, yaptıklarından ve söylediklerinden pişman bir şekilde hükümdarın huzuruna varıp, gördüklerini olduğu gibi anlattılar. Af dilediler. Saraydaki gizli odasında çarığını ve eski püskü giyeceklerini niçin sakladığını soran Sultan Mahmud’a, Ayaz şöyle cevap verir:
-Ben sarayınıza bunlarla geldim, sizin sâyenizde bu devlete ulaştım; fakat aslımı unutmamak, benliğe, kibir ve gurura düşmemek için de bunları sakladım. Arada bir odaya girer, bu eski giyecekleri seyreder ve kendi kendime: “Sen buydun, bunlarla geldin. Gene busun, elde ettiğin mevkiye aldanma, derim. Öylece kendimi ve nefsimi terbiye ederim.” Mevlânâ bu hikâyede, önemli bir insanın öncesini ve sonrasını anlatmakta, varlığa ve benliğe kapılmanın hoş bir şey olmadığını hatırlatmaktadır. Yokluktan varlığa ulaşmak, kıt imkânlardan sonra müreffeh bir hayata kavuşmak hayatta ciddi bir sınavdır. Bu sınavda herkesin başarı gösterdiğini söylemek mümkün değildir. Tuzağa düşmemek için iyi bir ruh eğitimine ve manevî olgunluğa sahip olmak gerekir. Bu da ya Ayaz gibi doğuştan getirilen bir özelliktir veya sonradan eğitimle kazanılacak bir niteliktir. Sevgi, saygı ve muhabbetle kalınız.

Ertuğrul Baylan
GÜNCELLEMELER
*Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi, sende başkalarına yapma!
*İnsan onuru en yüce değerdir, ona paha biçme, ucuza satma.
*Beleşi cazip görüp, alın terini feda etme. Zira alın terinde kimliğin ve değerlerin gizlidir.
*Kaybetmekten korkmayın, üzülmeyin. Kazanıldığında anlamı çok büyük olur.
*Kıskançlık, fesatlık, hasetlik, kin, nefret, öfke en tehlikeli hastalıktır. Bedeni çürütür, çevreni zehirler.
*Etkiye tepki canlıların doğasında bulunan ortak özelliktir. Nezakete nazik olurken sarılma çünkü ateş çeliğin sertliğini saflaştırır, kırılmasını kolaylaştırır.
*Herkesin gittiği yöne, sormadan, öğrenmeden gitme. Sürüde bireysellik yok, sıradanlık vardır. Küfre alkış tutulur, dedikodu, yalan, iftira, mubah sayılır.
*Okulda hata yapmanın hile yapmaktan daha onurlu olduğunu, bütün insanları dinlemenin konuşmaktan daha önemli olduğunu, susmanın bilmemek olmadığını asla düşünme, iç dünyasında derin mevzuların volkanı kaynıyordur.
*Üzüldüğünde gülümsemenin, gözyaşlarından utanmamanın, aşırı ilgiden dikkat edilmesini, kendi fikirlerimizin arkasında durmasını, başkalarının fikirlerinden kendimize uygun olanlarını almasını bilmeliyiz.
*Duygularımızın, düşüncelerimizin, fikirlerimizin, hayallerimizin, satın alınamayacak kadar değerli olduğunu bilmeliyiz.
*Sessiz kahkahaların gizemini, zorbaların galibiyetinin gerçek mağlubiyet olduğunu, haklıysan, okuyorsan, aklını kullanabiliyorsan güçlü olduğunu unutma.
*Her düşman karşısında senin haklı olduğunu bilen dostların olması çok önemli. Dostundan çok düşmanın varsa Hintlik sendedir.
*Felaketlerin büyüklüğü karşısında insanların ne kadar küçük olduğunu bunun alçak gönüllülüğe, mütevazı olmaya, elimizdekilerle yetinmeye, paylaşma, yardımlaşma duygularının güçlenmesi olarak düşünülmeli. Hava, civa, kibir, varlığı ile ezinti, makam ve mevkinin üstünlük değil, hizmet unsuru olduğu bilinmeli.
*Her mevsim doğanın güzelliğine sadece bakmayın, görün içinize sindirin ki hayata bakışınız değişsin, zorlukları yenme gücü kazanın, çünkü güzellikler; sevginin, hoşgörünün membasıdır.
*Sabırsız olacak kadar cesaretli, cesur olacak kadar sabırlı olun. Kötülerin cesareti kaybedecekleri bir şeylerinin olmamasından kaynaklanır.
* Aşırı gürültüye kulak tıkayacak kadar bilinçli, sessizliğin sırrını çözecek kadar meraklı olmalıyız.

Erol Dolu
MUĞLA’DA OKUL SPORLARIMIZDAN ANILARIM
Spor etkinliklerinin temelinde okul spor faaliyetleri gelir. Sporda başarılı olan ülkelerde okulların bünyelerinde spor kulüpleri de vardır. Okullarımız aynı zamanda birer sporcu fabrikalarıdır. Türkiye’de de rahmetli Yücel Seçkiner’in
Spordan sorumlu Devlet Bakanlığı zamanında okullarımızda spor kulübü kurulması için yönetmenlik
hazırlandı. Türkiye’de sporumuzun gelişmesi açısından çok doğru bir karardı. Ama bu durum bazı okullarımızda hayata geçti, bazılarında geçmedi.
Bizim Muğla Teknik Lisesinde öğrenci olduğumuz Bin dokuz yüz yetmişlerin ikinci yarısında Muğla’da ilçeleriyle beraber okul spor faaliyetleri çok heyecanlı geçi- yordu. Futbol, Voleybol ve Basketbol ve Güreş dalında okul takımları taraftarlarıyla beraber her okul, müsabakaların yapılacağı yerlerde toplanırlar, tam bir centilmenlik
Ben Muğla Teknik Lisesinde öğrencilik yıllarımda Atletizm’e 1978 yılında başladım. Okulumuzun Beden Eğitimi öğretmeni Kars-Kağızman ilçesinden İhsan Narin’di. Kendisi gençliğinde Kayak sporuyla ilgilenmiş ve Atletizm’i de çok seviyordu.
O yıllarda Muğla’da iki tane koşu gerçekleşiyordu. Bunlardan birisi 27 Aralık günleri düzenlenen Atatürk koşusuydu
ve okullardan sanki bir sporcu ordusu katılıyordu. Özellikle Muğla Endüstri Meslek Lisesi, Muğla Turgut Reis Lisesi ve Muğla Ticaret Lisesi atletleri arasında amansız bir mücadele oluyordu.
Bizler 27 Aralık Atatürk koşusuna bir birimizden ayrı gizli, gizli hazırlanır ve 27 Aralık günü Ankara’da olduğu gibi çoğu zaman Muğla’da da soğuk altında amansız bir mücadele ile bu günkü Muğla Sıtkı Koç- man Üniversitesi kampüsünün bulunduğu yerden başlayarak Marmaris Bulvarını takiben Muğla merkezde Atatürk heyke- line doğru ‘sanki bir yıldız gibi kayarak’ geliyorduk.
O yıllarda beraber koştuğumuz arkadaşlarımızla karşılaştığımızda bizler
Muğla’da 27 Aralık Atatürk koşularını anıyoruz.
Bundan ayrı bir de Muğla’da 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı sırasında gençlik koşuları yapılıyordu. 19 Mayıs Gençlik koşusuna Muğla Şehir stadının toprak Atletizm pistinde başladığımız zaman
bir tur statta atıp dışarı çıkarken kapıda sporcuların kalabalık olmasından dolayı bir birimizi geçmek için kollarımızla yol açardık. Bir döneme damgasını vuran Muğla Cumhuriyet ilkokulunun Atletizm’de Türkiye Şampiyonluklarını da belirtmek gerekiyor.
O yıllarda Muğla Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi öğretmeni ve aynı zamanda okul müdür Yardımcısı öğretmenimiz ALİ TUTULMAZ, aynı zamanda TRT’NİN de Muğla Muhabirliğini yapıyordu. Her Cuma günü saat 15.00 da Ege’de spor olaylarının anlatıldığı programa telefon ile canlı bağlanır ve Muğla’da diğer spor faaliyetleri- yle beraber, okul sporlarıyla ilgili gelişmeleri de aktarır ve biz de onu TRT İzmir Radyo- sundan dinlerdik.